1 Ocak 2015 Perşembe

Belki de insanın en zorlandığı şey, başkalarının kusurlarını görmekten kendi kusurlarının farkına varmaya vakit bulamamasıdır. Başkalarını eleştirmek ve yermek kolay olandır, bazen kendini de yerin dibine sokmak gerekir; silkelenip kendine gelebilmek için.
Mesela, ben hayli sıkıcı biriyim. Telaşla anlatacak bir olay geçmiyor gün içinde başımdan. Anlatacak heyecanlı ve uzun hikayelerim yok. İzlediğim filmleri, okuduğum kitapları her önüme gelene anlatmayı sevmiyorum; bahsetmek için yeri gelsin diye bekliyorum. Bazen yeri hiç gelmiyor anlatmak için biriktirdiğim hikayelerimin. Her aklıma geleni, aklıma geldiği gibi kafama estiği yerde söylemek bana göre değil; söylemem gerekenleri bile ince eleyip sık dokuyorum çoğu zaman, bu yüzden öyle uzun uzun cümleler kurmuyorum ya da karşımdakini tatmin edecek yorumlarda bulunamıyorum. Bazen de "he deyip geçmek" zorunda kalıyorum; bakalım şuanda ben senin o çok önemli bulduğun konuyu dinlemek istiyor muyum? Ama hayır. Az konuşuyorsan dinlemek zorundasın, bu böyledir. Buna rağmen iyi bir dinleyici olduğumu düşünürüm; dinlemek için istekli ve hevesli olmadığım zamanlarda bile anlatılanlardan neler analiz ederim, hangi küçücük ayrıntılardan neleri keşfederim... Temkinli ve az cümle kurmak elbette benim tercihim; fakat bu seviyede sessizleşmeyi tercih etmeme bir şeyler neden olmuş olmalı. Belki sakince dinleme sabrını göstermeme rağmen, aynı sabrı görememiş olmak ya da anlatacak bir şeylerim varken lafın defalarca ağzıma tıkılması epey geçerli sebepler bence. Bunlarla bir kere karşılaşıp da konuşmama yolunu seçmek küçük bir kız çocuğu şımarıklığından başka bir şey olmazdı, ama benim bahsettiğim şey bunun sürekli ama sürekli başıma gelmiş olması ve artık tahammül edemeyecek hale gelmiş olmamdı. Sessizliği tercih ettim en nihayetinde ve huzura eriştim. Oysa, küçükken ne kadar konuşkan bir çocuktum ben!
Hızlı tüketilen, art arda sıralanan cümleler, boş muhabbetler artık beni yoruyor. Bunların ardından kafamda inanılmaz bir ağrı hissediyorum. Uzun ve sakin sohbetleri seviyorum ben. Okuduklarımı, bildiklerimi, öğrendiklerimi paylaşmayı ve insanların da benimle bunları paylaşmasını seviyorum. O ortamdan ayrılırken kendime bir şey katmış olmanın, yeni bir şeyler öğrenmiş olmanın mutluluğunu hissetmeyi seviyorum. Her gün ama her gün filozof edasıyla dünya meseleleri tartışalım demiyorum; bunun da bir dengesi var; sadece anlamsız ve yersiz muhabbetlere maruz kalmak ve yorum yapmak zorunda olmak beni boğuyor artık. Anlatılan onca şeydeki olaylar ve karakterler genelde beni ilgilendirmez oluyor ve ne söyleyeceğimi, karşımdakinin lafına nasıl laf katıp onu nasıl memnun edeceğimi bilmiyorum. Ve bu, bir süre sonra dayanılmaz hale geliyor. Böyle zamanlarda günü bitirip bir an evvel eve gitmek, en azından yolda yalnız başıma yürüyüp biraz kafa dinlemek için acele ediyorum. Bu yüzden anlayabiliyorum ki zorunlu zamanların dışında bir yerlerde hoş vakit geçirip inanılmaz derecede eğlenmek için seçilecek uygun kişi ben değilim. Bu yüzden sıkıcı biriyim ben. Hayallerimi dilime dolamayı, mutluluk ve huzur duyduğum şeyleri cümlelere dökmeyi duygu ve hayal dünyama ihanet saydığımdan bunlardan bahsetmeyi sevmiyorum; dile dökülen her şeyin azalmaya başladığına inanıyorum çünkü. Zamanla susmak bir çıkış yolu, bir kaçış haline geliyor. Bunun önüne geçebildiğim tek yer ailemin yanı ve beni sabırla, saygıyla dinleyecek ve bundan vazgeçmeyecek insanlar hep ailem olacak.
Ben sadece biraz sessizlik istiyorum. 
Daha az baş ağrısı, daha az dedikodu, daha az yargı, daha az eleştiri, daha az şikayet, daha az övgü, daha az kahkaha ve daha az öfke...
Sadece biraz sükunet.
Biraz sakinlik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder